2 Temmuz 2010 Cuma

dikenin gülü

gizemli olaylar, ruhlar, periler, ecinniler -ay onlar üç harfilydi :/- her zaman ama her zaman en çok merak ettiğim konular arasında olmuştur.

öldükten sonra ne olur, ruh ne yapar, cin gelince nasıl şeyler olur, reenkarnasyon diye bir şey var mı? ve benzeri bir sürü şey..

rahmetli dedemin "bilinmeyen" dergisine abone etmesiyle bu merakım daha da şiddetlendi. "bilinmeyen" dergisi ata nirun'undu. içinde tam benim istediğim türden konular, makaleler yer alıyordu.

tabi ben bunları okurken taş çatlasın ortaokula gidiyordum.

kendimi öyle kaptırmıştım ki reenkarnasyon diye bir şey olduğuna adım gibi emindim. hatta ben de rus çarı II. nikolay'ın kızı prenses anastasya'ydım.

he valla.. duyduğuma göre bacağından vurulmuş, kaçmış falan o gece ailesi tek tek kurşuna dizilirken.. şimdi ne alaka değil mi? yani bacağından vurulduysa..

dur orada..

benim sağ bacağımın üstünde kıpkırmızı bir leke var. gerçi artık pembeleşti. e anastasya'da bacağından vurulmuş. e ben rusya'yı rusları çok seviyorum..

o halde ben..
anastasya'nın ruhunu taşıyorum.

evet ben oyum! prenses anastasya!!!!

aptal olsa inanmaz oysa ki. çocukluğun verdiği hayal gücüyle kendimi prenses sanıyorum. katledilen ailemi düşünüyorum. annemin yaptığı pislikleri düşünüyorum rasputin alçağıyla. "anne babamı nasıl aldatabildin? hem de babam rasputin hayvanından daha yakışıklı! allahım midem bulanıyooo. böhühühühüh" diye ağlıyorum..

sonra bizim apartmandaki arkadaşlarım, yeni taşınan sevgi ablaya gitmeye başlıyorlar kuran-ı kerim öğrenmek için. çok sonradan haberim oluyor. ben de gitmek istiyorum ama çok bilmişin biri "yaa olmaz, sevgi abla şu kadar sayıda kişi gelsin dediiii" diyor en şımarık haliyle. "siktir git" diyorum içimden.

benim bu hallerimi -yani paranoyaklaşan holy'i- bir güzel anlatıyorlar sevgi ablaya. kadıncağız illa tanıştırın beni onunla diyor. evine gidiyorum. o zamana göre ve bana göre öcü gibi kapalı. eşi, babamın yakın arkadaşlarından ama tırsıyorum evine giderken. kapalı ya, öcü gibi kapanmış ya, ya beni de sürüklerse diye korkudan ölüyorum.

tam aksine beynimi yıkamaya çalışmıyor, öyle güzel sohbetler ediyoruz ki, artık sevgi ablanın evinden hiç çıkmıyorum. dinimin, okulda din kültürü dersinde öğretmen masasına çıkıp namaz kılmaktan daha da farklı olduğunu keşfediyorum. zoraki ezberletilen duaların güzelliğini, peygamberimi öğreniyorum. okulda nasıl bir eğitim almışız, nelerden bahsedilmiş bu zamana kadar? şaşırıyorum. bugünkü kuşak dinini sevmiyor, uygulamıyorsa bence okulda verilen din kültürü dersindendir.

neyse, bu kadar sohbete rağmen prenseslik mertebesini çok sevdiğim için hala daha reenkarnasyona inanıyorum. en son artık kadını ne kadar bunaltmışsam "seni biriyle görüştürücem holy" diyor. kim diyorum. "emine şenlikoğlu" diyor.
o kim ki? diye düşünüyorum. kitabı varmış, yazarmış. ben niye tanımıyorum?
islami bir yazar. dindar. kapalı. öcü gibi.
allahhhhh, babamla dedem ne kadar kızacaklar! çünkü emine şenlikoğlu dindar bir yazar. kimbilir nasıl aklımı çelecek benim?

halbuki kimsenin bir şey dediği yok.

çıkıyoruz sevgi ablayla dışarı. evinde telefon yok. o zamanlar minik dükkanlarda parayla telefon kullanılırdı. bilmiyorum şimdi var mıdır öyle dükkanlar. sevgi abla telefon ediyor. emine hanım'ın yardımcısı çıkıyor telefona. sonra emine hanım. işi olduğunu ve acilen çıkması gerektiğini söylüyor. ya da öyle bir şey. tam hatırlamıyorum. ve ben görüşemiyorum emine hanımla..

sonra sevgi abla taşındı bizim oradan. zaten bende de heves kalmadı hiç bir şey için. hala daha okurum elime öyle bir şey geçse..
artık her şey daha kolay. internet var, e-mail var.. ben de yıllar sonra emine şenlikoğlu'na mail attım. olanları anlattım. hatırlamadı haliyle. zaten hatırlayabileceğini ummuyordum.
şimdi mi? inanmıyorum reenkarnasyona falan. neyin ne olduğu açık açık yazıyor aslında.
sadece okuyup, anlamasını bilmiyoruz..
ya da okumayıp olmayacak şeylere inanıyoruz...

o kadar...

Hiç yorum yok: