25 Eylül 2010 Cumartesi

gecenin bi yarısı


the fountain'ı ikinci kere izledim uzun zamandan sonra. ikinci kere ağladım. uzun zamandır gözlerimde yaş namına bir şey kalmamıştı. bu sefer nedense fazlasıyla ağladım. duygusuzluğumu yendim galiba.

ağlamak güçsüzlük gibi geliyor bana. ağlamaktan başka bir şeyler yapabilmeli insan hüzünlenince ya da sinirlenince. en azından ben yapmalıyım. güçsüz olmaktan çok korkuyorum çünkü. sakınan göze çöp batar misali bir şey olacak en sonunda... işte bundan da korkuyorum ya..

sarı, sapsarı bir film the fountain..

izlemeniz dileğiyle...

............

dün yine kalan son maaşımla kitap aldım kitap. :)

sevgi soysal - tante rosa : niye bilmiyorum sevgi soysal'ı çok seviyorum. davasında hiç susmadığı için ya da erken yaşta en çok korktuğum hastalıktan öldüğü için de olabilir. daha önce hiç bir kitabını okumamıştım. tante rosa ile açılışı yapmayı uygun gördüm. tante rosa, sevgi soysal'ın teyzesini anlatan bir kitap. içinde bölümleri anlatan karikatür tarzı resimler var.

sinan yağmur - aşkın gözyaşları : elif şafak - aşk'tan sonra bunu okumak bakalım ne kadar tatmin edecek beni? en çok satılanlar arasında şu anda. hz. mevlana'ya olan sevgimden ötürü aldım.

...........

aaa dostlar! yine bencillik duygularım kabardı. nedenini asla söylemem ama bencil olduğuma bu akşam iyiden iyiye kanaat getirdim. bunu deşmem lazım bir bilir kişiyle. sinir olmuyorum, hoşuma da gitmiyor çok.

yine de kazık sokana kazık girsin :)

Hiç yorum yok: